Vesim TOKATLI Yazdı: ”Düşmanla Dost Olunmaz!”

Ne demiş Mevlana;
”Bazen insana hilesi tuzak olur. Can zannettiği kan içici bir düşman kesilir”.

Son günler dünyanın gündemine düşen Türkiye, Moskova ve Şam görüşmeleri toplumlar
tarafından titizlikle ve tedirgin bir bakış ile izlenmektedir. Sonuçta insani hissiyatımıza danışmak
istersek bizlere böyle sefil ve katil bir rejim ile barışmanın vicdana sığmayacağını söyler.

Ancak devlet aklı ile duruma bakmak istersek bu barışmanın ülkelerin çıkarları ve toprak bütünlüğü açısından mantıklı olacağı görünmektedir. Sonuçta kimlerle karşı karşıya olduğumuzu gayet iyi bilmek zorundayız.

Bununla birlikte sırf birilerinin gönül rızasını kazanmak için bu olay üzerinden
bir çıkarım yapmak için çaba sarf eden bazı İslami Örgütlerinin Ebu Cehil’den bir farkları olmadığını herkes görmüş oldu.
”Din savunucusu gibi görünenler, din üzerinden çıkarım elde etmek isteyenlerin hangi yapılarla ilişkili oldukları, kimlerin hesabına iş çevirdiklerini, sahada imam görünümlü, arka meyhanelerde kadeh tokuşturanları gayet iyi biliriz”. Lakin bu durumu sizlerle daha
sonra detaylı bir şekilde paylaşacağım.

Yıllardır anlatmak istediğimiz temel şey Esad Rejiminin diktatörlük çerçevesinde kendisini bina
etmiş olmasıdır. Yani Esad Rejimi, hükmü ele geçirmek için her türlü yola başvurmaya ve buna
göre hazır politikaları mevcuttur. Bunlar ekonomik, sosyal vb. alanlarda olacak işlevlerdir. Bunu
ise 11 yılı aşan Suriye Devrimi sürecinde görmüş ve bu aşağılık rejimi tanımış olmalıyız.
Demokrasi anlayışından daha çok diktatörlük kavramına yatkınlığıyla bilinen bu rejim ülkeyi 40
yıla aşkın bir süre ile hükmetmektir. Yapılan seçimlerin gidişi güzel bir görüntüden ibaret.
Şahsen özellikle Ortadoğu bölgesinde güya demokrasinin var olduğu iddialarına
inanmaktayım. Bunun ana sebebi gördüğümüz halihazırdaki olaylardır. Diğer taraftan ise
dünya ülkelerinde demokrasinin var olduğuna inancım bulunmamaktadır. Artık insanların veya
toplumların kendi hür iradelerinin var olduğu yalanından kurtulmalı. Hiçbirimizin hür iradesi
şuana kadar olmadı ve olmayacak. Bu sadece belirli bir bölge için değil tüm dünya ülkeleri için
geçerli. İnsanları satranç oyunu gibi kullanıyorlar, büyük Kral’ı korumak için bizleri tek tek
harcamaktadırlar. Bu gibi durumları bilmemize rağmen hiçbirimizden bu konu ile ilgili tek kelime
çıkmamaktadır. Herkesi korkuya, gelecek kaygısına, tedirginliğe ve türlü türlü şeylere maruz
bıraktılar. Dünyanın güzel bir yaşam sürebileceği imkanı varken dünyayı kimlerin hesabı için kanla imtihan ediyoruz. Artık kendimizi sorgulamalıyız.
Bazen böyle düşüncelere kapılarak konudan bahsetmeyi unutuyorum. Beni mazur görün fakat yaşadıklarım düşüncemi ziyadesiyle etkilemiştir.
Evet!
Daha önce bahsettiğim gibi Moskova ve Şam rejimlerinin güven vermediği kanaatindeyim.
Bunun aksini düşünenler bir daha bu konu ile ilgili detaylı araştırmalar yapmalarını tavsiye
ediyorum. Her şeyi Makale okuyarak anlamamalıyız daha çok birinci ağızdan yaşanmış hadisleri
bilerek bazı gerçeklere varabiliriz. Esad Rejimi, Suriye devrimi öncesinde Hama Katliamında
ihvanları bahane ederek büyük sayıda Türkmen katletmiştir. İhvan Hareketi yaptıkları işlerin
başarılı olmayacağını anladıkları zaman ülkeyi bırakıp konunun faili olarak Türkmenleri
gösterdiler. Onlar yurtdışında sefa içindeyken Türkmenler başta olmak üzere diğer Suriyeli
toplumları bu faturanın büyük bir kısmını kanlarıyla ödediler. Sadece bununla kalmayıp Hafız
Esad Abdullah Öcalan’ı Suriye’de barındırıp ülkenin kuzeyinde PKK ve YPG terör örgütlerine
kamplar açmıştır. Bu terör örgütlerinin tüm ihtiyaçlarını karşılamıştır. Türkiye’nin güvenliğini
tehdit etmeye çalışan Hafız Esad zamanında yapılan bazı antlaşmalarla Öcalan’ı sınır dışı
ettiğini ve kampları kapattığına dair söylemlerde bulunsada aslında bunun gerçek dışı
olduğunun farkına varmalıyız. Hafız Esad öldükten sonra bu terör örgütlerinin beslenmesini ve eğitilmesini oğlu Beşar Esad üstlendi. Yani güya babasının yarıda bıraktığı hedefleri
gerçekleştirmek istemiştir. Bu sıralarda Suriye Devrimi ülkede büyük bir iç çatışma veyahut
savaşa dönüştüğünde Türkmenler başta olmak üzere diğer Müslüman Araplara neler yaptığını
gördük. Ülkeyi perişan ve halkı acınası bir durumda bırakan Esad’ın temel hedefi ülkeyi şiileştirmektir. Ülkenin karışmasından ilk sorumlu grup Suriye İhvan Örgütü’dür. Bunu herkes bilmelidir. İslam maskesini kullanarak ülkede gerçekleştirmek istedikleri hedefleri gerçekleştirmek istemekteydiler.

Ancak yine başaramayarak yurtdışına çıkan bu ihvan
gurubunun yöneticileri devrimin faturasını halka ödettirdiler.
Bu ihanetlere rağmen ülkenin %95’ini ele geçiren SMO özgürleştirmiş oldukları toprakları
bırakmak zorunda kaldılar. Bu ise Esad Rejiminin Rusya’dan destek istemesinden dolayı ve
Rusya’nın ağır askeri müdahaleler gerçekleştiğinden doğmaktadır. Ülkede ağır müdahalelerde
bulunan Moskova Ordusu Esad’ın devrimde üstünlük kazanmasına etki etmiştir.

Bununla birlikte Moskova’nın PKK-YPG terör örgütlerini desteklediği gerçeğini unutmamalıyız. Moskova,
Akdeniz’deki çıkarları korumak için dünde ne yaptıysa bugünde de fazlasıyla yapmaktadır.
Dolayısıyla Azerbaycan-Ermenistan (Karabağ) savaşında Şam ve Moskova rejiminin Ermenilere
destek çıktıkları ve Ermenistan’da savaşmak üzere paralı asker gönderdikleri açık ve nettir. Yani bizim güvenliğimizi sarsmak için her türlü çabayı gösteren bu iki rejimden dostluk beklenemez.
Suriye Halkı (mülteciler) konusunda elbet bazı güvenceler sunacaktır ancak ülkeye
döndüklerinden sonra haklarında saçma sapan davalar açarak öldürmeyeceğinden emin
olamayız. Açıkçası böylece bir rejimden böyle aşağılık bir hareket beklenir. Dolayısıyla burada
milyonlarca insanın can güvenliğinden bahsetmekteyiz. Bu barışmanın asla hafife alınmaması
gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin elbette devlet aklıyla düşündüğü ve yapmak istediği şeyler
vardır. Ancak eğer bunu gerçek anlamda bir devlet aklı gereği yapıyorsa bu feci katliamın
önlenmesi için Halep ve İdlib’in Türkiye’nin kontrölü altında tutulması şarttır. Bu adımın atılması
durumunda hem gönüllü dönüşleri hemde can güvenliklerini gerçek anlamda temin etmiş
olacağız. Yani Halep ve İdlib şehirlerinin Türkiye idaresine bırakılması ve zımni bir süreyle
yönetilmesi bu barışmanın yolunda olacağını düşünüyorum. Barışmanın tek çaresi bu iki şehrin
Türkiye idaresine bırakılmasıdır çünkü halihazırda Esad Rejimi can güvenliği konusunda güven
vermediği açık ve nettir.

” Barışma Ancak Halep ve İdlip şehirlerinin Türkiye idaresine bırakmasıyla mümkün olacaktır.”

Saygılarımıla.
Vesim TOKATLI.

Exit mobile version